19 Haziran 2013 Çarşamba

Bin Muhteşem Güneş


Bu hafta, herkesin okuması gerektiğine inandığım, son zamanlarda okuduklarımın içerisinde beni en çok etkileyen kitaptan bahsetmek istiyorum. Afgan doğumlu yazar Khaled Hosseini'nin 2007 yılında basılan romanı Bin Muhteşem Güneş. Adını Saib-i Tebrizi' nin Kabil için yazdığı bir şiirin dizelerinden alıyor:




Bu kentin ne çatısını aydınlatan ayları sayabilirsin,
ne de duvarların gerisine gizlenen bin muhteşem güneşini...

Kitap boyunca Afganistan'daki şah devrimini, 1979 yılında başlayan Sovyet işgalini, antikomünist mücahitlerin Sovyet işgalinden kurtulmak istemesi ile başlayan iç savaşı, 1996 yılında  Taliban'ın ülkeyi ele geçirip şeriat yasalarını getirmesini ve en sonunda ABD işgalini adım adım öğreniyoruz.

Kitabın kahramanları, doğdukları topraklarda sürekli değişen siyasi yapı sırasında aşağılanmış, şiddete uğramış, çocukluk hayalleri "koca koca" adamlar tarafından yok edilmiş iki kadın. Biri babasının bir gülümsemesi için bütün hafta bekleyen, gayrimeşru çocuğuna vicdanını temizlemek için ayırdığı dar vakitleri sevgi zanneden, annesi ile küçük bir kulübede yaşayan Meryem.  Diğeri geleceğe dair büyük hayalleri olan, özgür ruhlu, babasının biricik kızı, tüm hayalleri bir patlama ile yok olan Leyla.  Bu iki kadının yolları Sovyet işgalinin sona erdiği, Taliban'ın şeriatı getirdiği dönemde yukarıda bahsettiğim o "koca" adamlardan birinin evinde kesişiyor.



Birkaç alıntı ile devam etmek istiyorum, eminim siz de benim kadar etkileneceksiniz:
İki buçuk yıl sonra, 27 Eylül sabahı, Meryem büyük bir gürültüyle uyandı; bağırışlar, ıslıklar, çığlıklar, çatapatlar ve müzik. Oturma odasına koştu, Leyla'yı çoktan gelmiş, omuzlarına aldığı Azize'yle birlikte pencereden bakarken buldu. Kız döndü, gülümsedi: "Taliban burada" dedi. 
Sonunda savaş bittiği için memnunlardı. Birkaç gün sonra kamyonlarda silahlı, sakallı, kara türbanlı erkeklerden hoparlörlerle yeni yasalarını öğrendiler:
"Vatanımızın adı bundan böyle Afganistan İslam Emirliği'dir. Bunlar da bizim  koyduğumuz, sizin uyacağınız yasalar:
- Bütün vatandaşlar günde beş vakit namaz kılacaktır. Namaz vakti başka bir iş yaparken yakalanan, kırbaçlanacaktır.
- Bütün erkekler sakal bırakacaktır. Meşru ölçü, çenenin altında, en az bir sıkılı yumruk uzunluğundadır. Bu emre uymayanlar, kırbaçlanacaktır.
- Şarkı söylemek yasaktır. Dans etmek yasaktır. Uçurtma uçurmak yasaktır.
- Kitap yazmak, film izlemek, resim yapmak yasaktır.
- Evinizde kuş beslerseniz kırbaçlanacaksınız. Kuşlarınız öldürülecek.
- Çalarsanız eliniz bilekten kesilir. Bir daha çalarsanız, ayağınız kesilir.
- Müslüman değilseniz, Müslümanların görebileceği bir yerde dua etmeyin. Bunu yapanlar kırbaçlanacak ve hapse atılacaktır. Bir Müslüman'ı kendi dinine döndürmeye çalışan kişi, idam edilecektir.
Kadınların dikkatine:
- Evinizden dışarı çıkmayacaksınız. Dışarıya çıkarsanız yanınızda mutlaka bir erkek akrabanız bulunacak. Sokakta tek başına yakalanan kadın dövülecektir.
- Makyaj malzemesi yasaktır. Çekici, gösterişli giyisiler giymeyeceksiniz.
- Sizinle konuşulmadan konuşmayacaksınız.
- Erkeklerle göz göze gelmeyeceksiniz.
- Uluorta gülmeyeceksiniz. Gülenler kırbaçlanacaktır.
- Tırnaklarınızı boyarsanız, bir parmağınız kesilecektir.
- Kadınların çalışması, kızların okula gitmesi yasaklanmıştır.
- Zinadan suçlu bulunursanız taşlaranarak öldürüleceksniz.  Dinleyin. İyi dinleyin. İtaat edin."
İşte iki kadın için, tüm Afgan kadınları için şimdiye kadar gördüklerinden çok daha acı, çok daha şiddet dolu günler bu yasalarla başlıyor.




Eğitimsiz, bilgisiz bırakılan kadınlar sonra da cahillikleri yüzünden hor görülüyor, çalışmaları yasak olduğu için çocuklarına dilenerek yada ölümü göze alıp fuhuş yaparak bakmak zorunda kalıyor, hastanelerinde tıbbi malzeme bile olmadığı için, tüm kaynaklar erkeklerin hastanelerine sunuluyor, narkozsuz doğum yapmak zorunda kalıyorlar. 
Doktor derin bir soluk aldı, açıkladı: hastanede narkoz yoktu.
"ama gecikirsen bebeği kaybedebilirsin."
"Öyleyse kesin beni" dedi Leyla.
Yatakta geri devrildi, dizlerini karnına çekti.
"Kesin karnımı ve bebeğimi verin bana."
Oysa Leyla küçük bir kız çocuğuyken babasının ona söylediği sözleri umutla dinlemişti.
"Daha çok küçüksün, biliyorum ama bunu şimdiden anlamanı ve iyice öğrenmeni istiyorum. Evlilik bekleyebilir, eğitim beklemez. Sen çok, çok zeki bir kızsın. Gerçekten öylesin. İstediğin her şey olabilirsin, Leyla. Seni tanıyorum. Ayrıca bu savaş bittikten sonra Afganistan'ın erkekler kadar, belki daha da çok, sizlere gereksineceğini biliyorum. Çünkü bir toplumun, kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı hiç yoktur, Leyla. Hiç yoktur."  
O küçük Leyla ile şimdiki Leyla'ya baktığımızda, uzaktan izleyip üzüldüğümüz, acıdığımız hayatların nasıl bir anda bizim hayatımız olabileceğini, sahip olduğumuz şeylerin nasıl bir anda yok olabileceğini çok net bir şekilde görebiliriz değil mi? Bizim özgürlüklerimizi korumak için hala gücümüz var, onların ise hiç olmadı...