8 Ağustos 2013 Perşembe

"Hatırladığım kadarıyla ben hep vardım"


"Ne zaman doğdun?"
Momo biraz düşündü ve sonra dedi ki:
"Hatırladığım kadarıyla ben hep vardım."

Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşturan bu satırlar Michael Ende'nin Momo isimli kitabından ufak bir alıntı. Genelde çocuk kitabı olarak bilinse de Momo aslında büyükler için bir masal :) Kitap, küçük bir kız çocuğunun gözünden zaman kavramına farklı bir bakış açısı getiriyor.

Hayatına bir adım geriden şöyle bir bakmak isteyenler için harika bir kitap. İnsana mutluluk veriyor, farkındalığını artırıyor, sanki özgürleştiriyor. Ingrid Michaelson'un Be Ok eşliğinde Momo'nun hikayesine bir göz atalım.




Momo, kendi deyimiyle 102 yaşındaki küçük bir kız çocuğu, bir kente gelir ve kentin biraz dışında eski bir amfitiyatroya yerleşir. Kent sakinleri kimsesi olmayan Momo'yu hemen sahiplenir ve ona yardım ederler. Momo'yu sürekli ziyaret eden, dertlerini ona anlatmak isteyen bir sürü arkadaşı olur. Yetişkinlerin dertlerini dinler, çocuklarla ondan başka kimsenin aklına gelmeyen yaratıcı oyunlar oynar. Momo'nun bu kadar çabuk benimsenmesinin nedeni kitapta çok iyi bir dinleyici olması ile açıklanıyor.
"Momo karşısındakileri aptal insanların bile aklına parlak düşünceler getirecek şekilde dinlerdi."
Bir süre sonra kentte bazı şeyler değişmeye başlar. Şehre gelen Duman Adamlar insanları zamanlarını tasarruflu kullanmaya ikna ederek onların artırdıkları zamanları çalarlar. Artık kimsenin hiçbir şeye vakti yoktur. Sadece daha çok para kazanmak, herkesten daha iyi olmak için sürekli çalışırlar. Arkadaşları ve aileleriyle vakit geçirmeyi zaman kaybı olarak görürler. Kitap, Momo'nun Duman Adamlarla mücadelesi ile devam ediyor.
"Zamandan tasarruf edeyim derken aslında başka şeylerden tasarruf ettiğinin kimse farkında değildi. Yaşamlarının gittiçe daha zavallı, daha tekdüze ve daha soğuk geçtiğini kavramak istemiyorlardı. Bu gerçeği sadece çocuklar, ta yüreklerinde hissettiler. Çünkü artık kimsenin onlara ayıracak zamanı yoktu."

 


Kitap içlerinde gizli öğütler, mesajlar olan öykülerle dolu. Hoşuma gidenleri sizlerle paylaşıyorum:
"Prenses Momo'nun kocaman yuvarlak ve som gümüşten sihirli bir aynası varmış. Onu her gün, her gece dünyanın üzerinde gezmeye gönderirmiş. Ayna ülkelerin, denizlerin, kentlerin, tarlaların üzerinde uçup durduğu halde onu görenler hiç şaşırmaz, yalnızca "İşte Ay!" derlermiş.
Ayna geldiği zaman, güzel, çirkin, sıkıcı, artık önüne ne geldiyse hepsini Prensesin önünde döker, o da hoşuna gidenleri alır, gitmeyenleri dereye atıverirmiş. Hayaller de yeryüzünün akarsularında yüzerek geldikleri yere dönerlermiş hemen. İşte bu yüzden ne zaman bir suyun yüzüne baksak, onda kendi hayalimizi görürüz."
  
***   
"Bazen önüne upuzun bir cadde çıkıyor. Öyle uzun ki, insan bunun sonu gelmez sanıyor. O zaman acele etmeye başlıyorsun. Gittikçe daha çok acele ediyor insan. Her önüne baktığında yolun hiç de kısalmamış olduğunu fark ediyorsun. Daha hızlı ve daha gayretli çalışıyorsun; sonunda nefesin kesilip güçsüz kalıyorsun. Ve cadde hala upuzun bir şekilde seni bekliyor.
İnsan caddenin tamamına bakıp hemen bir karara varmamalı. Her zaman adım adım ilerlemeli. Sürekli olarak bir adım sonrasını düşünmeli, bir adım, sonra derin bir nefes, sonra bir süpürge. İşte o zaman hayat zevkli olur."
***  
"Dünyayı kendi görüşleri doğrultusunda değiştirmek isteyen ve "Kızıl" diye anılan zalim Despot Marksentius Kommunus'u bilmeyen yoktur. Ama o ne yaparsa yapsın, insanlar oldukları gibi kaldılar, değişmediler... Çılgınlık bu ya, Marksentius Kommunus'un aklına da dünyayı kendi haline bırakıp yepyeni bir dünya kurma fikri takıldı.
Dünya büyüklüğünde; evleri, ağaçları akarsuları yerli yerine konmuş ve eski dünyanın tıpkısı olacak bir küre yapılmasını emretti.
...
Önce destek yapıldı, sonra dünya büyüklüğünde kocaman bir küre. Kürenin yapımı bittiğinde eski dünyanın üstünde ne varsa taklit edildi. Elbette bunun için pek çok malzeme gerekliydi ve bunu dünyadan almaktan başka çare yoktu. Böylece bir dünya büyüdükçe diğer dünya küçüldü.
En sonunda, bitmesi için dünyadan son taş da alınınca, yeni dünya eskisinin tıpkısı oldu. Tüm insanlarda oraya taşındı. Fakat Marksentius Kommunus bütün bu uğraşlara karşılık her şeyin eskisi gibi kaldığını görünce, harmanisini başına örttü ve çekip gitti. Nereye mi? İşte bunu kimse öğrenemedi."